Karakterin adı-soyadı: Elodie Léa Olympe
Örnek RO;
Buz kadar soğuk bir teni ruhundan ayırabilecek kadar sıcak mıdır, ateş? Sıcaklık ne kadar boğucudur? Ölü bir beden yanarken hisseder mi acıyı? Ya da kendinin aksine getirdiği ölüm soğuk olabilir mi? Üşüdükçe sarılmak istersin belki de, alevler boşa açılan kucaklamalarına karşılık veren tek şeydir o an. O yüzden sarar aniden etrafını. Aşk gibi, en acı vereninden. Ateş sessiz, gizemli bir yakışıklı; sen korkak âşık. Seni öpene kadar göremezsin gizeminin arkasındaki tehlikeyi, hoş görsen de bırakamazsın, vazgeçemezsin sıcaklığından. Hiç şefkatli değildir kolları, fark ettiğinde büyüsüne kapılmışsındır çoktan, karşı koyamazsın. Aciz bir tutsaksındır, seni kilide vurana tutkuyla bağlı. Dudaklarına karşılık verirken yaşlar gözlerine hücum eder, onu söndürebilecekmiş gibi alevlerin üzerine düşer küçük damlalar. O kadar umutsuzdurlar ki kızıllığının karşısında kaybolurken çıkardıkları cızırtılar içini sızlatır. İçinde kabaran tutkunun ateşi onunkinden büyük sanırsın, bedenin kavrulurken ruhun üşür. Her titreme için daha sıkı sarılırsın. Yusufçuk gibi etrafında dans etme zamanın bitse de ateşin, o hazzı hala hissedersin, ona sahip olabileceğin düşüncesinin verdiği. Tutmaya çalıştığında elini yakacağını bilirsin elbet ama sarılmışsındır işte. Ve o senin bedeninin şeklini almıştır, tüm kıvrımlarında gezinir, o kadar kıskançtır ki okşadığı saçlarını başkası dokunamasın diye kül eder. Her dokunuşu yeni bir irkilmeyi getirir bedenine ama ne olursa olsun, ürkütücü de olsa, o ilk dokunuş için göz yumarsın her şeye. Değer der, sonrasındaki bilinmezliği düşünmemeye çalışırsın.
Bilinmezlik evet, ölüm… Nefes alışlarının, kalp atışlarının durması değil; ruhunun kafesinden çıkması, başta özgürlük gibi ama aslında hiçlik. Gülmek, ağlamak yok; gerçi Léa için asla büyük kayıp olmazlar. Ama dokunmak yok, intikam yok, öfke, galibiyet… Hiçbiri… Vaat edilen bir cennet yok sonrasında, cehennem olsa o bile bir ışık bilinmeyende, ona bile minnet duyarı herhalde.
Lanetin en kötü kısmı bu aslında, kimsenin düşünmek istemediği yanı… Tutsaklık geceye değil, hayata. Ölmek gibi bir lüksün bile yok, ölürsen yok olursun çünkü zaten bir kere ölmüşsündür. İlkinde sadece bedeninle ölürsün, ikincisinde? Asla bilemezsin ve emin ol bilmek de istemezsin.
Yazık. Bir aşk için kaç kere yanarsın? Ölebilmek için kaç kez yanman gerekir? Birden mi sahip olur sana ateş, zorla? Yoksa defalarca arzular mı seni, senin tüm kabalığına rağmen onu arzuladığın gibi? İlkinden sonra zamanın kalır mı ikinci öpücüğe yanarken? Sadece bir kez daha… Sadece bir damla su, sadece küçük bir esinti istersin o kadar, fazlasını değil. Hiçbir şeyin sana onun hissettirdiklerini unutturmasını istemezsin çünkü. Bilirsin ama bilmezden gelirsin; ona asla sahip olamayacağını, onula sonsuza dek mutlu olamayacağını. Hatta seni başka bir soğuk tenle aldatacağını da bilirsin, sen yok olduktan sonra yasını tutmayacağını da. Olsun, değer…
Ateş sanki şöminede değil Léa’nın gözlerindeydi, ona bakan iri, karanlık gözlerde yansıması dans ediyordu. Demin düşündüğüne kıyasla o kadar cılızdı ki alevleri, pek tabi önce kur yapıp kendini sevimli gösterecekti. Zavallı odunlardan çıkan çıtırtılar, yanık kokusu ipucuydu tehlikesinin ve Léa aptal bir âşık değildi asla, bunları göz ardı edecek.
Tüm cazibesine karşı koyarak Viktor’a dönerken, onun müthiş egosunu, kendine olan sonsuz güvenini yıktığını düşündü. “Önce sınıra kadar iyice her yeri öğrenmesini istiyorum.” Vampir olmak ‘her şeye rağmen’ güzel şeydi, hayalinde ateşle dans ederken aynı anda konuşmayı takip edebilmek, dudakları hafifçe gerildi tuttuğu gülümsemesiyle. Askerin aciz gözlerinin fark edemeyeceği kadar küçük bir değişiklikti bu. “Sonra şehre inersiniz, şehre gidip de dönüş yolunu bulamayan bir asker takdir edersin ki işime yaramaz.” Gözlerini devirmişti ki aniden sözüne devam etme ihtiyacı duydu. “O yanındayken, şehirde, büyücülere, sataşmak, YOK.” Tane tane söylenen çok açık bir uyarıydı, Viktor’u ve büyücülere olan nefretini iyi tanıyordu. Ama üstelemedi de emre sadakatini de bildiğinden. “Düşmanla tanışmasın da benim ya da Anaximenes’in yakınında olmalı. Oyundan çabuk çıkmasını istemediğim bir yetenek…” Genç adamın gözlerine odaklanarak gülümsedi. “… senin gibi, asker.”
Tek bir görüşme için bu kadar ruh okşama ve iltifat çoktu bile, üstelik içerisi de gereğinden fazla sıcak olmuştu. Ağaya kalkması bu kez konuşmanın bittiğini söyleyen otoriter bakışlarla sonlandı. “Sormak isteğin bir şey yoksa bugünlük bu kadar Viktor, yeterince özlem giderdik.” Deminden beri koltukla arasında mekik dokuduğu pencereye yöneldi yeniden, soğuğa hasret kalmıştı. “Git de sıcak bir şeyler iç.” Anaç ve gerçek olmayacak kadar sevgi dolu bir bakış attıktan sonra bir anda ifadesini sildi. “Hasta bir asker planlarımı aksatır. Ah, unutmadan, çıkarken ateşi söndür.” Sanki unutması mümkünmüş gibi...